30 Ağustos’un cuma gününe denk gelmesini fırsat bilip üzerine de bir gün izin ekleyerek vurduk kendimizi Midilli yollarına. Ayvalık’tan Jale Tur (http://www.jaletur.com/) ile gidiş dönüş biletlerimizi 25 Euro’ya internetten alıyoruz. Yaklaşık 8-9 saatlik bir yolculuktan sonra İstanbul’dan Ayvalık’a ulaşıyoruz. Yolculuğa dair aklımda en çok iz bırakan Edremit’teki Cumhuriyet Lokantası’nın (http://www.edremitcumhuriyetlokantasi.com/) enfes lor tatlısı oluyor.
Günübirlikçi Midillili amcalar ve teyzelerle bizim gibi tatili fırsat bilip birkaç günlüğüne adaya kaçmak isteyen Türklerin Ayvalık’taki hudut kapısının önünde yarattığı kalabalık, görevlilerin bu kalabalıkla baş edemeyişi ve bekleyenleri içeri almak için bir düzen oturtamamış olmaları tam bir kaos yaşamamıza neden oluyor. 1,5 saat kapıda bekledikten sonra nihayet kendimizi 18:00’da hareket edecek olan feribota atmayı başarabiliyoruz. Feribot 20 dakika rötardan sonra nihayet kalkıyor. 1,5 saat süren, güzel manzaralar eşliğindeki püfürtülü yolculuktan sonra nihayet Yunanistan’ın 3. büyük adası Lesvos’dayız. Lesvos (Lesbos okunuyor) Midilli’nin Yunancadaki ismi. Midilli ise aslında adanın merkezi olan Mytilini’den esinlenerek adaya yakıştırılan bir isim.
Midilli’deki gümrükten çıkarken neyse ki Ayvalıktaki eziyeti yaşamıyoruz. Bunda uyanıklık etmeye çalışıp koşar adım feribottan inmemizin de payı var. Pasaport kuyruğu hızlıca ilerliyor ve biz yaklaşık 15 dakika içinde gümrükten çıkışımızı gerçekleştiriyoruz. Çıkar çıkmaz hemen solda bir info ofis var ki hemen her dilde bulunabilen Midilli kitapçıklarıyla adeta bir kütüphaneyi çağrıştırıyor. Bize, hem de Türkçe olan bir sürü kitapçık ve harita veriyor buradaki iyi İngilizce konuşan sevimli bayan. Kitapçıklarımızı almış olmanın verdiği memnuniyetle pansiyonumuzun yolunu tutuyoruz. Biraz plansız bir seyahat olduğu için önceden fazla araştırma yapamamış olsak da Midilli’yi iyi bilen arkadaşım Ece’nin tavsiyesiyle merkezdeki Alkaios Rooms’da (http://www.alkaiosrooms.gr) daha önceden yerimizi ayırtmış bulunuyoruz. Pansiyon limana yürüme mesafesinde, kahvaltı dahil 2 kişilik odada konaklama için gecelik 45 Euro veriyoruz. Otele doğru yürürken oldukça büyük bir şehirde olduğumuzu hissediyoruz. Antika mobilyalarla döşenmiş, kapısı, tavanı ve panjurları kırmızı olan odamıza yerleşiyoruz. Eşyalarımızı odamıza bırakıp karnımızı doyurmak üzere hemen dışarı çıkıyoruz. Gelmeden önce yaptığımız araştırmalar ve okuduğumuz makalelerden Midilli’de yemeğin oldukça ekonomik olduğunu öğreniyoruz. Adanın merkezi Mytilini’de keşif yürüyüşü yapıyoruz. Limanın bir ucundaki yan yana dizilmiş tavernalar ilgimizi çekiyor. Çoğu yerde tabelalar ve menüler tamamen Yunanca yazılmış olsa da ara sıra karşımıza restoranların önüne yerleştirilmiş, üzerlerinde Türkçe yemek isimleri yazan tahtalar çıkıyor. Bu durum bizi hem şaşırtıyor hem de hoşumuza gidiyor. Adada Yunancadan sonra Türkçe ikinci dil olarak benimsenmiş sanki.
Önümüzdeki 2 gün deniz mahsulü ve mezeye doyacağımızı bildiğimizden ilk yemek tercihimizi Yunan fast food’undan yana kullanıyoruz. Yunan fast food’unu oldukça yaratıcı buluyorum. Krep ile pita arası yumuşak ekmeklerin arasına döner, Yunan cacığı tzatziki, çeşitli soslar, kızarmış patates, domates ve soğan konularak servis edilen Yunan usulü sandviçler ilk akşamlık bizi mutlu ediyor. Yanında klasik Yunan biralarından birini deniyorum hoşuma gidiyor. 2 kişi için 10 Euro ödüyoruz.
Siz siz olun Midilli’de araba kiralama planınız varsa bunu adaya gelmeden önce halletmiş olun. Zira hafta sonu ve yaz dönemi olması sebebiyle kiralık araba oldukça zor bulunabiliyormuş biz de bu durumdan nasibimizi alıyoruz. Cuma sabahı yaklaşık 2 saat acenteleri dolaşıp araba aradıktan sonra zar zor bir araba bulabiliyoruz, onu da teslim almamız öğlen 1’i buluyor. Arabayı alır almaz adanın kuzeyine, Molivos’a doğru yola koyuluyoruz. Aghiasos yakınlarında ufak bir köyde denk geldiğimiz seramik atölyesinde duruyoruz. El yapımı tabaklar, ufak şık güveçler, seramik bardaklar hepsi birbirinden güzel. 3-4 euro gibi uygun fiyatlara hoş şeyler alabiliyorsunuz. Molivos’a yaklaşırken yol üstündeki Mantamados’ta Taksiyarhos mucizeler kilisesinde duraklıyoruz. Burada dilenenler gerçek oluyormuş rivayete göre. Fazla vakit kaybetmeden Molivos’tan önceki durağımız Skala Skaminia’ya doğru yolumuza devam ediyoruz. Skala Skaminia küçük ve güzel taş evlerin bulunduğu bir köy. Köyden 3 km aşağıda ise berrak nefis bir deniz ile kıyıda konuşlanmış birkaç güzel taverna sizi bekliyor.
Kurutulmak üzere iplere asılmış ahtapotlar Yunan sahil kasabasında olduğumuzu doğruluyor. Yunanlılar ızgara yapacakları ahtapotu yumuşatmak için 2 gün boyunca güneşte kurutuyorlarmış.
Buranın iyi restoranlarından birisi olduğunu duyduğumuz Under the Tree’ye oturuyoruz. Lakerda, kalamar dolma, karidesli makarna, Yunan cacığı ve her zamanki gibi ev yapımı patates kızartması sipariş ediyoruz. Midilli’deki turistlerin büyük bölümü Türklerden oluşuyor. Etrafımızda bolca Türkçe konuşuluyor, garsonlar da yemekleri bize Türkçe isimleriyle tanıtıyorlar. Yemekler harika özellikle kalamar dolma şairane. Tazecik kalamarların içine Yunanlıların beyaz peyniri olan feta ile domates ve biber doldurulduktan sonra ızgarada pişirilmiş olan bu kalamar dolma adeta lokum gibi. Lezzeti hafif tatlımsı ve kalamarın zaman zaman içi bayabilen tadından oldukça uzak, yedikçe yiyesiniz geliyor.
Lakerdanın derisi üzerinde koca bir dilim şeklinde sunulmasından etkileniyoruz. Yunanlılar bu deniz mahsulleri işini çok iyi biliyor. Her şey çok taze ve lezzetli. Karidesli makarna da oldukça lezzetli. Hesap bira ve kola dahil 44 Euro geliyor. Açıkçası Midilli’nin çok ucuz olduğuna dair okuduklarımızdan sonra hesap beklentimizin biraz üzerinde kalıyor.
Skala Skaminia’dan sonra ver elini Molivos. Molivos’un taşlarla döşenmiş ara sokaklarından manzarasıyla ünlü, tepedeki kaleye doğru tırmanıyoruz. Bu dar sokaklar nefis evler, café’ler ve hediyelik eşya dükkanlarıyla donatılmış.
İnsanların henüz siestadan uyanmadıklarından olacak sokaklar inanılmaz sakin, birbirinden güzel kediler egemenliklerini ilan etmiş sokaklarda.
Kaleye vardığımızda manzaradan büyüleniyoruz. Buranın eski bir Osmanlı kalesi olduğunu fark ediyoruz. Molivos’un sahilinde insanlar denize giriyor kaleyi çıkıp indikten sonra insanın kendini serin sulara atası gelse de biz vaktimizin kısıtlı olması sebebiyle marketten aldığımız soğuk suyla yetinip bir sonraki durağımız Petra’ya doğru yola devam ediyoruz. Petra Molivos’tan 5 km ötede sahili şezlonglar ve güzel café’lerle kaplı başka bir belde. Burada gün batımını izlemek oldukça keyifli. Café’lerden birinde oturup bir ada klasiği olan frape’nizi yudumlarken güneşin süzülerek veda edişini seyretmek son derece keyifli.
Ve Mytilin’e dönüş vakti. Akşam yemeği için Mytilin’den Molivos yoluna çıkıldığında hemen sağda konuşlanmış tavernalardan birini seçiyoruz. Burası daha çok yerel insanların tercih ettiği diğer tavernalara göre daha makul fiyatlı bir yer. Ben, kekikli zeytinyağlı ekmekler eşliğinde gelen, hayalini kurduğum kızarmış ladotyri peynirim ve salatamdan mutlu olsam da Bora yediği sert etten biraz mutsuz oluyor. İçecek olarak reçineli Yunan şarabını tercih ediyoruz. Bir klasik olduğu için denenmesi gerektiğini düşünsem de fazla ekşimsi ve buruk tadının bana hitap etmediğini belirtmeliyim. Hesap 25 Euro geliyor.
Ladotyri Midilli’ye has enfes bir peynir. Çoğunlukla koyun sütüyle yapılsa da bazen keçi sütüyle yapıldığına da rastlanıyor. Peynirin özelliği en az 3 ay yaşlandırıldıktan sonra zeytinyağında bekletilmesi. Oldukça sert yapıya sahip bu peynir zeytinyağında bekletildiği süre boyunca yağı emiyor. Kalın dilimler halinde kızgın tavada hiç yağ koymadan pişirdiğinizde muhteşem bir netice alıyorsunuz. Taverna sonrasında sahildeki görkemli kocaman kapısı ile konuklarını karşılayan, eski ve meşhur bir café olan Panellinio’ye gidip buralarda pek meşhur olan frape’lerimizi yudumluyoruz.
Adayı kuzey güney ve batı olarak kabaca 3 bölgeye ayırırsanız Midilli’yi gezebilmek için en az 3 güne ihtiyacınız var ki bu 3 günde ada üzerine sadece genel bir fikir edinebiliyorsunuz. Bizim ne yazık ki adada geçirmek üzere sadece 2 günümüz olduğundan son günümüzde adanın batısı ile güneyi arasında tercih yapmak durumunda kalıyoruz. Tercihimizi ouza kenti Plomari ile Yunanistan’ın en uzun plajı Vatera’nın bulunduğu güneyden yana kullanıyoruz. Batıdaki fosil ormanlarını ise bir sonraki geziye bırakıyoruz.
Pansiyondan çıkıp rotamızı ilk olarak Vatera’ya çeviriyoruz. Buraya giden iki yol var. Birisi yeni yapılmış bir yol diğeri ise dağların arasından süzülen daha çok trekking’e elverişli taşlı tozlu bir yol. Biz yanlışlıkla kendimizi bu yolda buluyoruz ve bakir doğanın içinde keçiler eşliğinde macera dolu bir 40 dakika geçiriyoruz. Doğanın el değmemişliliği, koskocaman zeytin ağaçlarının oluşturduğu zeytin ormanları, tepelere çıktıkça kendini gösteren mis kokulu çamlar bizi büyülüyor. Bu zorlu ama eşsiz yolculuktan sonra nihayet Vatera’dayız. Vatera Yunanistan topraklarında yer alan en uzun plajmış. Deniz inanılmaz temiz, etraf oldukça sakin. Birkaç taverna ve ufak gruplar halinde plaja yayılmış, çoğu yerli olan insanlar dışında kimseler yok. Burada mola verip bu tertemiz ve çarşaf gibi suyun tadını çıkarıyoruz. Denizin biraz soğuk olduğunu belirtmeliyim.
Karnımız acıkıyor ve midemizin arzularını yerine getirmek için adada meşhur olduğunu duyduğumuz kuzu etinin peşine düşüyoruz. Okuduğumuz sitelerden birinde anlatılan Aghiasos yolundaki ulu çınar ağaçlarının altındaki tavernada yapılan kuzu tandır, kokoreç ve sarmalar başımızı döndürüyor. Fakat sitede yapılan betimlemenin esrarengizliği kilometrelerce yol kat edip eli boş, karnı aç, kuzusuz ve çaresiz bırakıyor bizi. Birkaç güzel köy görüp Plomari’ye yöneliyoruz. Ouza fabrikalarının arasından süzülerek sahile ulaşıyoruz. Tripadvisor’da (http://www.tripadvisor.com.tr/) hakkında iyi yorumlar okuduğumuz Sunset Restoran’a oturuyoruz. Gösterilen ilgi alaka ve manzara güzel olsa da ana yemek dışında yediklerimiz bizi pek mutlu etmiyor. Ana yemek olarak söylediğimiz kuzu pirzola ve mousakka ise gayet lezzetli… Cumartesi olması nedeniyle ne yazık ki ouzo fabrikaları kapalı ve ziyaret edemiyoruz.
Adadaki tüm yerleşim yerlerinin kendine has bir ruhu var. Turistik olma kaygısı taşımamaları ve özlerine sadakati elden bırakmamaları hoşumuza gidiyor. Pek çok restoranın tabelası sadece Yunan alfabesiyle yazılmış, menülerde ise ikinci dil olarak Türkçe kullanılıyor.
Mytilin’e doğru dönüşe geçiyoruz. Dönüş yolunda büyük süpermarketlerden birisinde durup alışveriş yapıyoruz. Avrupa peynirleri inanılmaz ucuz Türkiye’deki fiyatlarının 1/3’ü kadar. Çeşit çeşit peynirler alıyoruz. Hızlandırılmış Midilli gezimiz tekrar gelme ve daha uzun kalma planları yapılarak son buluyor.
NOT: Bu yazı 2013 yılında yazılmıştır.